30 Aralık 2014 Salı

Genel Başkan Hasan KORKMAZCAN; Dört tabana dayalı yeni bir merkez parti "İLKELER VE DEĞERLER PARTİSİ" (İLK PARTİ) adıyla kuruldu...

Dört tabana dayalı yeni bir merkez parti; [kısa adı "İlk Parti" olan] "İLKELER VE DEĞERLER PARTİSİ", Hasan KORKMAZCAN Başkanlığında kuruldu
Seçimlere 7 ay kala birbiri ardına yeni partiler kuruluyor. Ancak şu ana kadar kurulan partilerin siyaset piyasasında rağbet görmediği sonucuna varılarak 27 Aralık 2014 Cumartesi günü merkezde dört tabana dayalı yeni bir parti kuruldu. Partinin adı İLKELER ve DEĞERLER PARTİSİ, logosu ise "BİR"....
Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı ve TBMM E.Başkan Vekillerinden Hasan Korkmazcan’ın önderliğinde kurulan partinin Merkez Karar Yürütme Kurulu 62 isimden oluşuyor.   
Son bir ay içinde, İdris Bal Demokratik Gelişim Partisi’ni, Emine Ülker Tarhan Anadolu Partisi’ni, İdris Naim Şahin Millet ve Adalet Partisi’ni ve son olarak da 21 Kasım günü Ahmet Kaya Milli Mücadele Partisi’ni kurdu. Daha önce de Merkez Partisi kurulmuştu. Ne yazık ki bu partilerin hiçbiri siyaset piyasasında rağbet görmedi.
KURULUŞ TARİHİ:
27 ARALIK 2014
27 Aralık 2014 tarihi itibarı ile kurulan İlkeli ve Değerler Partisi dört tabana dayalı bir hareket olarak hayata geçti. Aralarında DP-ANAP-MHP-Altarnatif Parti-Türkiye Partisi-Genç Parti-Büyük Anadolu Partisi’nde siyaset yapmış isimlerin yer aldığı yeni oluşumda sol görüşü ile bilinen akademisyen Prof. Dr.Anıl Çeçen, DSP’den M.Bülent Ecevit de bulunuyor. Merkez Karar şu isimlerden oluşuyor:
MERKEZ KARAR VE YÖNETİM KURULU 
AP ve ANAP’ta aktif görevlerde TBMM E. Başkan Vekillerinden -Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, MHP döneminin Ulaştırma Bakanlarından Prof.Dr.Enis Öksüz, MHP Döneminde Türk Dünyası’ndan Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Prof.Dr. Abdulhaluk Çay, ANAP Döneminin Milli Savunma Bakanlarından Barlas Doğu, Alternatif Parti E.Genel-Samsun E.Milletvekili Süleyman Yağcıoğlu, Türkiye Partisi E.Genel Başkan Yardımcısı-Emekli Vali Abdulkadir Sarı, Büyük Anadolu Hareketi Genel Başkanı Fahrettin Korkmaz, Recep Sanal (Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu E. Uzmanı),  Genç Parti’den Nazım Orhan (Avukat) Tahsili Almanya’da tamamladıktan sonra baba mesleği çiftçiliği Ankara Güdül’de yürüten Fatih Öztürk, Üniversiteyi bitirdikten sonra Ankara Ayaş’ta hayvancılık ve çiftçilikle iştigal eden M. Hafız Ağa Yörük, Dış Ticaretle iştgal eden ve sosyal manadaki çalışmaları ile kamuoyunda önemli yer edinenDr. Ömer Özdoğan kurucular arasında yer alıyor. (29 Aralık 2014-Ulusal Gazete & Ulusal Ajans)
İŞTE İLKELER VE DEĞERLER PARTİSİ'NİN MERKEZ KARAR YÖNETİM KURULU LİSTESİ
Genel Başkan: Hasan Korkmazcan                                
Süleyman Yağcıoğlu                           
Enis Öksüz                                                   
Hüseyin Barlas Doğu                                      
Abdulhaluk Mehmet Çay -                              
Abdulkadir Sarı 
Anıl Çeçen    
Mehmet Akyol                                     
Ömer Özdoğan                                                
Yaşar Can                                                       
İlkay Eker                                                      
Recep Sanal                                  
Nazım Orhan                                       
Bedri Tapan vardı                                           
Gökhan Eşeli                                                                                                                      
Reyhan Erbilgin                                                                                                                 
Dilek Paksoy                                                                                                                       
Bayram Kocaman                                                                                         
Faik Çaltılı                                                                                                                           
Ilgın Aşık          
Hüseyin Dinç
Necmi Arkan
Emin Kerimoğlu                                                                             
Mualla Korkmaz                                                                            
Saadettin Duman                                              
Fatih Öztürk                                                             
Türker Demir                                                               
Bülent Ecevit Parlar                                                                      
Ali Külebi                                                                                          
Fahrettin Korkmaz                                                    
Hüseyin Güç                                    
Tülin Erkan                                                                                     
Neşe Erbağı                                                                
Davut Kaya                                                                  
Abdullah Şenol
Rıfat Uğrar
Ayşe Neslihan Ateş
Tülin Daloğlu
Fırat İzgür görün
Hakan Hamdi Çelik
Burak Akçakanat
Cemal Karayomruk
Tekin Türker
Reha Kurtuluş
Hasan Ateş
Mustafa Hafızağa Yörük
İlker Bircan
Ali Nazım Beşikçi
Salih Şahin
Yüksel Vardar
Ercan Erkan
Evren Yücel
Ebru Akdulun
Turhan Uyanık
Volkan Özbay
Turabi Aşıcı
Zümrüt Yağcıoğlu
Mehmet Süha Bilgin
Hatice Gündüz
Emine Arıtan
Ünal Kahveci
***
ANKARA DEMOKRASİ VE MİLLİ İRADENİN BAŞKENTİDİR
26-09-2014
Demokratik Değerler Hareketi Başkanı -Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı ve Başkent Ankara Meclisi Kurucular Kurulu Başkanı Hasan Korkmazcan yaptığı açıklamada " Ankara Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karargahıdır" dedi
Demokratik Değerler Hareketi Başkanı -Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı ve Başkent Ankara Meclisi Kurucular Kurulu Başkanı Hasan Korkmazcan yaptığı açıklamada ‘ Ankara Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karargahıdır.
Ankara milli iradenin kalbi olan TBMM'nin kurulduğu dünya sahnesidir.Ankara Türk Milletinin bağımsızlık bilinç ve kararlılığının merkezidir. Ankara başkentimizdir, Türkiye Cumhuriyetinin başkentidir ve başkenti olarak kalmaya devam edecektir.’ dedi.
Bir grup aydın ve Anadolu insanının bir araya gelmesi ile çalışmalarına başlayan “  Demokratik Değerler Hareketi “ nin öncü ismi konumundaki Hasan Korkmazcan ile hareketin ne yapmak istediğini ve ne gibi faaliyetler yapacağı üzerinde durduk. Soru ve cevap niteliğindeki görüşmemiz şu şekilde   oluştu:
Soru: Demokratik Değerler Hareketi neleri amaçlıyor?.
H.K: Türkiye Cumhuriyeti; milli, demokratik, laik ve sosyalbir hukuk devletidir. Devlet nitelikleri, aynı zamanda, demokratik toplumların bağlı olduğu değerler sistemidir.
Günümüzde her türlü ilke, değer hükmü, hukuk kuralı ve milli organizasyonu etkisiz ve geçersiz kılmaya çalışan küresel projeler yürütülmektedir. Bu projelerin hedefi, kadim milletleri, milli devletleri ve insanlık barışını yıkarak sapkın bir hegemonya kurmaktır.
Biz demokratik değerleri yeniden gündemin ilk sırasına taşımak istiyoruz. Demokrasinin değerleri güçlenmedikçe milli birlik ve bütünlüğün, hukuka bağlı devlet yönetiminin sürdürülebilmesi, huzur ve refahın sağlanması mümkün değildir.
Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın tarihi tüm birikimleri, ahlak ve fazilet ilkeleri demokrasinin dayandığı değerlerdir.
İnsan onurunu en üst değer olarak gözetmeyen hiçbir yönetim meşru olamaz.
Demokrasi, değerlere bağlı bilinç, kurum, kural ve yönetimler hayata geçirilebiliyorsa fazilet rejimidir.
Biz, Türk Milletinin binlerce yıllık devlet, 138 yıllık demokrasi birikimiyle demokratik değerleri yeniden bütünleştirmek istiyoruz.
Soru: Demokratik Değerler Hareketinin ''Ankara'dan doğan güneş, tüm Anadolu'yu aydınlatacaktır.'' Sloganı neden seçildi?
H.K: Ankara sadece bir şehir adı değildir. Ankara bütün dünyada özel anlamı ve ruhu olan bir bilinçtir. Başkent Ankara Meclisi çevresinde toplanılmasını sağlayan da bu özel bilinçtir.
Ankara Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karargâhıdır.
Ankara milli iradenin kalbi olan TBMM'nin kurulduğu dünya sahnesidir.
Ankara Türk Milletinin bağımsızlık bilinç ve kararlılığının merkezidir.
Ankara başkentimizdir ve Türkiye Cumhuriyetinin başkentidir ve başkenti olarak kalmaya devam edecektir.
Ankara Hacı Bayram Veli ve Akşemsettin öğretisiyle Birinci İstanbul, beşyüzyıl sonra da muzaffer ordumuzun işgalcileri kovmasıyla İkinci İstanbul Fethini gerçekleştiren kahramanlık destanının yazarıdır.
Ankara tarihte Ahi Cumhuriyeti ve TC olarak iki Türk Cumhuriyetinin kuruluşuna ev sahipliği yapmış biricik şehirdir.
Ankara kadim Türk medeniyetinin bütün birikimlerini yaşatan Seymenlik, Ahilik ve kahramanlık ocağıdır.
Ankara Türk milletinin uğruna her fedakarlığı göze aldığı insan onuru, insanlık değerleri ve ahlak ilkelerinin somutlaştırıldığı bir fazilet tarihidir.
20. yüzyılda Türkiye iki defa emperyalist saldırıları püskürtmüş ve tarihe iki destan yazmıştır. İlki dünya savaşında Çanakkale ikincisi  Kurtuluş savaşında İstiklal Marşı.
Çanakkale Destanını yazan Mehmet Akif , İstiklal Marşını ebedi milli marşımız olarak savaş bulutları gölgesindeki Ankara' da kaleme almıştır.
Her karanlık ve alacakaranlık dönemde Ankara bütün dünya mazlumlarına umut ışığı olmuştur. Bugün de Ankara ruhu ve bilinci yeniden parlamaya aday olmak zorundadır.
H.K: Türkiye Cumhuriyeti; milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Devlet nitelikleri, aynı zamanda, demokratik toplumların bağlı olduğu değerler sistemidir.
Günümüzde her türlü ilke, değer hükmü, hukuk kuralı ve milli organizasyonu etkisiz ve geçersiz kılmaya çalışan küresel projeler yürütülmektedir. Bu projelerin hedefi, kadim milletleri, milli devletleri ve insanlık barışını yıkarak sapkın bir hegemonya kurmaktır.
Biz demokratik değerleri yeniden gündemin ilk sırasına taşımak istiyoruz. Demokrasinin değerleri güçlenmedikçe milli birlik ve bütünlüğün, hukuka bağlı devlet yönetiminin sürdürülebilmesi, huzur ve refahın sağlanması mümkün değildir.
Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın tarihi tüm birikimleri, ahlak ve fazilet ilkeleri demokrasinin dayandığı değerlerdir.
İnsan onurunu en üst değer olarak gözetmeyen hiçbir yönetim meşru olamaz.
Demokrasi, değerlere bağlı bilinç, kurum, kural ve yönetimler hayata geçirilebiliyorsa fazilet rejimidir.
Biz, Türk Milletinin binlerce yıllık devlet, 138 yıllık demokrasi birikimiyle demokratik değerleri yeniden bütünleştirmek istiyoruz.
Soru: Demokratik Değerler Hareketinin ''Ankara'dan doğan güneş, tüm Anadolu'yu aydınlatacaktır.'' Sloganı neden seçildi?
H.K: Ankara sadece bir şehir adı değildir. Ankara bütün dünyada özel anlamı ve ruhu olan bir bilinçtir.Başkent Ankara Meclisi çevresinde toplanılmasını sağlayan da bu özel bilinçtir.
Ankara Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karargahıdır.
Ankara milli iradenin kalbi olan TBMM'nin kurulduğu dünya sahnesidir.
Ankara Türk Milletinin bağımsızlık bilinç ve kararlılığının merkezidir.
Ankara başkentimizdir ve Türkiye Cumhuriyetinin başkentidir ve başkenti olarak kalmaya devam edecektir.
Ankara Hacı Bayram Veli ve Akşemsettin öğretisiyle Birinci İstanbul, beşyüzyıl sonra da muzaffer ordumuzun işgalcileri kovmasıyla İkinci İstanbul Fethini gerçekleştiren kahramanlık destanının yazarıdır.
Ankara tarihte Ahi Cumhuriyeti ve TC olarak iki Türk Cumhuriyetinin kuruluşuna ev sahipliği yapmış biricik şehirdir.
Ankara kadim Türk medeniyetinin bütün birikimlerini yaşatan Seymenlik, Ahilik ve kahramanlık ocağıdır.
Ankara Türk milletinin uğruna her fedakarlığı göze aldığı insan onuru, insanlık değerleri ve ahlak ilkelerinin somutlaştırıldığı bir fazilet tarihidir.
20. yüzyılda Türkiye iki defa emperyalist saldırıları püskürtmüş ve tarihe iki destan yazmıştır. İlki dünya savaşında Çanakkale ikincisi  Kurtuluş savaşında İstiklal Marşı.
Çanakkale Destanını yazan Mehmet Akif , İstiklal Marşını ebedi milli marşımız olarak savaş bulutları gölgesindeki Ankara' da kaleme almıştır.
Her karanlık ve alacakaranlık dönemde Ankara bütün dünya mazlumlarına umut ışığı olmuştur. Bugün de Ankara ruhu ve bilinci yeniden parlamaya aday olmak zorundadır.
H.K: Türkiye Cumhuriyeti; milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Devlet nitelikleri, aynı zamanda, demokratik toplumların bağlı olduğu değerler sistemidir.
Günümüzde her türlü ilke, değer hükmü, hukuk kuralı ve milli organizasyonu etkisiz ve geçersiz kılmaya çalışan küresel projeler yürütülmektedir. Bu projelerin hedefi, kadim milletleri, milli devletleri ve insanlık barışını yıkarak sapkın bir hegemonya kurmaktır.
Biz demokratik değerleri yeniden gündemin ilk sırasına taşımak istiyoruz. Demokrasinin değerleri güçlenmedikçe milli birlik ve bütünlüğün, hukuka bağlı devlet yönetiminin sürdürülebilmesi, huzur ve refahın sağlanması mümkün değildir.
Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın tarihi tüm birikimleri, ahlak ve fazilet ilkeleri demokrasinin dayandığı değerlerdir.
İnsan onurunu en üst değer olarak gözetmeyen hiçbir yönetim meşru olamaz.
Demokrasi, değerlere bağlı bilinç, kurum, kural ve yönetimler hayata geçirilebiliyorsa fazilet rejimidir.
Biz, Türk Milletinin binlerce yıllık devlet, 138 yıllık demokrasi birikimiyle demokratik değerleri yeniden bütünleştirmek istiyoruz.
Soru: Demokratik Değerler Hareketinin ''Ankara'dan doğan güneş, tüm Anadolu'yu aydınlatacaktır.'' Sloganı neden seçildi?
H.K: Ankara sadece bir şehir adı değildir. Ankara bütün dünyada özel anlamı ve ruhu olan bir bilinçtir. Başkent Ankara Meclisi çevresinde toplanılmasını sağlayan da bu özel bilinçtir.
Ankara Kurtuluş Savaşı Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün karargahıdır.
Ankara milli iradenin kalbi olan TBMM'nin kurulduğu dünya sahnesidir.
Ankara Türk Milletinin bağımsızlık bilinç ve kararlılığının merkezidir.
Ankara başkentimizdir ve Türkiye Cumhuriyetinin başkentidir ve başkenti olarak kalmaya devam edecektir.
Ankara Hacı Bayram Veli ve Akşemsettin öğretisiyle Birinci İstanbul, beşyüzyıl sonra da muzaffer ordumuzun işgalcileri kovmasıyla İkinci İstanbul Fethini gerçekleştiren kahramanlık destanının yazarıdır.
Ankara tarihte Ahi Cumhuriyeti ve TC olarak iki Türk Cumhuriyetinin kuruluşuna ev sahipliği yapmış biricik şehirdir.
Ankara kadim Türk medeniyetinin bütün birikimlerini yaşatan Seymenlik, Ahilik ve kahramanlık ocağıdır.
Ankara Türk milletinin uğruna her fedakarlığı göze aldığı insan onuru, insanlık değerleri ve ahlak ilkelerinin somutlaştırıldığı bir fazilet tarihidir.
20. yüzyılda Türkiye iki defa emperyalist saldırıları püskürtmüş ve tarihe iki destan yazmıştır. İlki dünya savaşında Çanakkale ikincisi  Kurtuluş savaşında İstiklal Marşı.
Çanakkale Destanını yazan Mehmet Akif , İstiklal Marşını ebedi milli marşımız olarak savaş bulutları gölgesindeki Ankara' da kaleme almıştır.
Her karanlık ve alacakaranlık dönemde Ankara bütün dünya mazlumlarına umut ışığı olmuştur. Bugün de Ankara ruhu ve bilinci yeniden parlamaya aday olmak zorundadır.

23 Aralık 2014 Salı

HABER YERİNE KAİM; (Özel gönderim ve nisyan ile malûl olanlara bir hatırlatmadır!..)

2014’ÜN PANZEHİRİ ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ’DİR
Celal ÇETİN
DEMOKRATLAR BİRLİĞİ
Orta Doğu coğrafyasında bir kaos, şuursuzluk, vahşi cinayetler dönemi yaşanıyor. Türkiye dâhil bölge ülkelerinde din, mezhep, etnik köken ayrışması dinlerin, demokrasinin, insanlığın bile anlamakta zorlandığı bir çatışmaya dönüştü. Bugün yaşananlara baktığımız zaman üç faktörün etkili olduğunu görüyoruz. Uluslararası paylaşım savaşları... Din ve etnik çatışma... Yoksulluk-yolsuzluk süreci... Her üç faktör, Türkiye’yi tam anlamı ile pençesine almış ve uçuruma sürüklüyor.
***
“Yeni Türkiye” ile “eski Türkiye” arasındaki fark, bu üç faktörde kendisini gösteriyor. Savaş, “Yeni Türkiye”nin temsil ettiği yukarıdaki faktörler ile “Eski Türkiye”nin temsil ettiği kavramların arasında yaşanıyor. Bu savaşı anlayabilmek için yeni ve eski  Türkiye’nin ne anlama geldiğini bilmek gerekiyor.
YENİ TÜRKİYE
Yeni Türkiye kavramı, eski Türkiye’nin tasfiyesi ile özdeşleşmiş durumda. Lâiklik yerine, din temelli yönetim anlayışı ve yaşam tarzı. Demokrasi gerekçesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milleti ile bölünmez bütünlüğünün bölünür hale getirildi. Arap, vahhabi kültüründe etkin olan talan, yolsuzluk, aşiret yönetim anlayışı hâkim oldu.
Yeni Türkiye’de İslam referanslı  yönetim hâkimiyeti iddiası ile vicdanlara, inançlara, demokrasiye, insan haklarına, hukuka aykırı uygulamalar normal karşılanır oldu. Özellikle 17/25 Aralık iddialarının, hiçbir dönemde olmadığı kadar artması, kurumsallaşması ve “kabullenilmesi” toplumu içten içe yıkan en önemli hastalık olarak ortaya çıkıyor.
Ülkenin Güneydoğu’sunda fiili Kürt özerk bölgesinin oluşması:
Türk-Kürt, Alevi-Sünni, AKP yandaşı-karşıtı, inanan-inanmayan, AKP-cemaat, AKP-ulusal / milli kesimler, 17/25 Aralık-14 Aralık ayrışmaları. Anaokullarında kız çocuklarını türbana sokma gayretleri, manevi değerler, Osmanlıca derslerinin zorunlu hale getirilmesi gibi toplumu birbirine düşman eden politikalar Yeni Türkiye’nin ana başlıkları oldu.
Bunlar Türkiye’nin iç dengelerini etkileyen gelişmeler.
Konunun dış boyutu da iç boyut kadar vahim.
“Sıfır sorun” politikasının “bütün komşularla sorun” politikasına dönüşmesi; mezhep temelli politikaların Türkiye’nin aleyhine dönüşmesi; Suriye, Irak, Mısır, İran, ABD, AB ile ilişkilerin kesilme noktasına varması ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “güvenilmez, bilgisiz ve tecrübesiz, hayalci politikalarla yönetilmeye çalışılan ülke” algısının yerleşmesi.
Suriye, Irak gibi ülkelerde tekbir getirerek işlenen cinayetler ise İslam’ın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Müslüman görünümlü kimliği belirsiz kişi ve grupların tekbir eşliğinde sergilediği vahşet görüntüleri, Türkiye’nin de sürüklendiği “büyük plân’ın” boyutlarını gösteriyor.
BÜYÜK PLÂN
Büyük planın ne olduğu artık netleşmiş durumda. İslâm adı altında İslâm’ın reddettiği, affedilmez günahlar arasında saydığı her ne varsa uygulanıyor. Hıristiyan coğrafyasının yüzlerce yıldır sürdürdüğü Haçlı savaşlarında başaramadığını, İslam görünümlü vahşi terör örgütleri, İslam tandanslı siyasi yapılanmalar, hacı-hoca takımları, tarikat-cemaatler çeyrek yüzyılda başardı.“İslamiyet = hırsızlık, yolsuzluk, vahşet” algısı, İslamafobi hızla yayılıyor.
Dinler arası diyalog, Medeniyetler İttifakı, Ilımlı İslam, Yeşil Kuşak Projesi, Arap Baharı, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gibi projelerin sonuçları bugün tüm acımasızlığı ile yaşanıyor.
ÇÖZÜM: ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ
Gelelim Yeni Türkiye’nin alternatif olmaya çalıştığı “eski değil, eskimeyen Türkiye”ye. Eskimeyen Türkiye, yukarıda sayılan tüm olumsuzlukların panzehiridir. Eskimeyen Türkiye, “muasır medeniyet ile milli/muhafazakâr değerlerin bileşkesidir…”Atatürk’le başlayan, Celal Bayar’la devam eden çizgidir eskimeyen Türkiye…
Eskimeyen Türkiye’nin üç özelliği, bugünün karanlığını aydınlığa çevirecek çözümdür:
1- Tam bağımsızlık: ABD-İsrail projesine ram olup üniter yapının yıkılmasını, Büyük Kürdistan (Büyük İsrail) hedefine gönüllü ortaklığı reddeden bir felsefedir.
Tam bağımsızlık on yıllar sonrasını öngörebilmek ve ulusal savunmasını buna göre şekillendirebilmektir.
Balkanlar’daki istikrarın korunması amacıyla 9 Şubat 1934’te imzalanan Balkan Antantı’dır ulusal/milli öngörü.
Veya;  Atatürk’ün çabalarıyla 9 Temmuz 1937’de Tahran’da Sadabat Sarayında imzalanan ve Türkiye, Irak, İran ve Afganistan’ı birbirine bağlayan Sadabat Paktı’dır.
Veya; Türkiye ile İngiltere ve Fransa arasında 19 Ekim 1939’da imzalanan Ankara Paktı’dır.
Veya; Orta-Doğu bölgesinde barışın korunmasına önem veren Türkiye’nin 3 Nisan 1954’te imzaladığı Türk-Pakistan Paktı’dır.
Veya; Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere arasında 24 Şubat 1955’te imzalanan, 1959’da ABD’nin de katıldığı Bağdat Paktı (CENTO)’dır. (Nasır’ın liderliğindeki Mısır ve Suriye bu teklifi reddettiler ve  İsrail’e karşı Arap kökenli devletlerin oluşturduğu blok kurdular.)
Veya; Londra ve Zürih anlaşmaları ile Kıbrıs’ın Rum olmasını önlemektir.
Veya; Türkiye’nin ağır sanayi yatırımlarına destek vermeyi reddeden dönemin Dünya Bankası Türkiye temsilciliğini kapatıp temsilciyi ülkeden kovmaktır.
2- Cumhuriyet rejimi: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel felsefesini oluşturan Cumhuriyet kavramı, belki de dünyada bir ilk özelliği taşıyor. Bu Cumhuriyet, bir yandan “yedi düvele karşı bağımsızlık savaşının” sonucu, diğer yandan “demokrasinin ölüm kalım savaşına feda edilmemesinin” tarihi belgesidir.
Emperyalizm İstiklal Savaşı’nın merkezi olan Ankara sınırlarına dayanmıştır. TBMM, yetkilerini Mustafa Kemal’e devretmeyi teklif etmiştir. Bunlar öyle yetkilerdir ki; zaaflarına, yetersizliklerine yenik düşebilecek bir insanı “diktatörlüğe götürebilecek” niteliktedir.
Bu teklifi reddetmek güçlü bir kişilik, “milli iradeye saygı ve güven” demektir ve Mustafa Kemal bu teklifi reddetti.
“Milli iradeye saygı ve güven”, Atatürk-Bayar çizgisinin felsefi altyapısını oluşturdu.  “Yeter, söz milletindir” sloganı milli iradeyi temsil ederken, Celal Bayar’ın, “Atatürk, seni sevmek milli bir ibadettir” sözü güvenin ifadesidir.
3- Laiklik: Laikliğin nasıl bir kavram olduğu BOP’un özgürleştirme gerekçesiyle bağımsızlığını elinden aldığı ülkelerde acı tecrübelerle görüldü. Laikliğin demokrasinin, demokrasinin de inanç özgürlüklerinin teminatı olduğu gerçeğini bir kez daha anladık. Laikliğin ortadan kaldırılması durumunda Müslüman Müslüman’ın boğazını kesebiliyor, Sünni Alevi’nin kapısını işaretleyebiliyor. Bir başka ifadeyle laiklik, insan olmanın ilk şartı haline gelmiş durumda.
ATATÜRK-BAYAR ÇİZGİSİ NEDİR?
Atatürk-Bayar çizgisi; “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş… Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içindekilere… Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmelerine” karşın milletin ayağa kalkmasıdır.
Atatürk-Bayar çizgisi; “mazlumlara örnek olan” bir İstiklal Savaşı ile yedi düveli kovmasına karşın o yedi düvel tarafından kendisine saygı duyulmasını sağlamaktır. Afganistan’dan Irak’a, İngiltere’den Rusya’ya kadar dünyanın her bölgesinde “stratejik derinlik uygulayabilmek ve merkez ülke olabilmektir.”
Atatürk-Bayar çizgisi; yetişmiş insan gücünü var olmak için feda eden, yiyecek ekmeği olmamasına karşın İstiklal Savaşı’nı verebilen, ama dimdik ayakta kalabilen bir devlet olabilmektir; millet olma şuurunu aşılayabilmektir.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu ülke insanının hoşgörü ve saygı içinde, değer yargılarına sahip yaşamasını, “sabahın köründe sabah namazına gitmek için evinden çıkan vatandaş ile sabahın köründe evine gitmek için meyhaneden çıkan vatandaşın hoşgörü ve saygı içinde selamlaşmasıdır.”
Atatürk-Bayar çizgisi; “Millet, fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş iken, demir ağlarla örmektir anayurdu dört baştan…” Milletin öz kaynakları ile milletine olan güvenle baraj’larla, rafinerilerle, sanayi tesisleriyle donatmaktır ülkeyi.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu topraklarda yaşayanları “Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laz-Çerkez” olarak ayırmamak, tüm bu unsurların kendi bileşkesi olduğunu bilmektir.
Atatürk-Bayar çizgisi; bu ülke için canlarını feda edenlerin, Allah inancını yüreklerinde hissedenlerin “bir lokma ekmek bir hırka” düsturunu yaşamaları, devletin her kuruşunu “yetim hakkı” olarak kabul etmeleridir.
***                                                              
O dönemde yönetimde bulunan Demirel  herhangi bir ideolojiye aldırmadan ülkenin kalkınması için her türlü yabancı yatırıma da ülkeyi açmış komünist ideolojiyi benimsemiş Rusya ile de ekonomik anlaşmalar imzalamıştı.
12 Mart
Bizdeki solcu olduğunu iddia edenlerin işin bu tarafı ile  alakaları  yoktu. Zira bizdeki sol hareket aslında Avrupa güdümünde ve kültürel yaklaşımı içinde gelişmişti Demirel’in  Avrupa’dan uzak Rusya’ya yakın dış politika yaklaşımları solcuları tedirgin etmişti.   
(MAHİR KAYNAK / STAR GAZETESİ, 13 Aralık 2014) 2014)
Bir yazarımız 9 Mart ve 12 Mart cuntası günlerinden söz etmiş, ben de kişisel değil yapısal arka planından söz etmek istedim.
Bir gün akrabası bir subay, Emekli General Cemal Madanoğlu’nun benimle görüşmek istediğini söyledi. O dönemde ben de birçok siyasi içerikli toplantıya katılıyordum ve konuşmalarım da genellikle ilgi çekiyordu. Bu nedenle beni tanıtmış olabileceklerini düşündüm. Paşa görüşmemiz esnasında ülkenin kötü yönetildiğini ve mevcut yönetimin değişmesi gerektiğini söyleyip, bu amaçla darbe de yapılması gerekebilir ve biz böyle bir hareketin mimarı oluruz dedi. Bu konuşmayı istihbarat ajanı olarak MİT’e bildirip bir darbe girişiminin olabileceğini haber verdim. Bu girişimin takibi için bir ekiple birlikte görevlendirildik.
***
O dönemde yönetimi almak isteyen askerler, var olan ideolojimize karşı değillerdi ve fakat yönetenler tarafından buna itaat edilmediğini düşünüyorlardı. Öte yandan darbe yanlısı sivil kişiler ise sol bir hareketten söz ediyor ve bunu gerçekleştirmeye çalışıyordu. Yani söylendiği gibi komünist değillerdi. Hatta sivil kişilerden lider konumunda olan biri bir konuşma sırasında Rusya Türkiye’yi işgal ederse Demirel’i değil önce beni idam ederler diye latife ediyordu. O dönemde yönetimde bulunan Demirel’in gayreti ise herhangi bir ideolojiye aldırmadan ülkenin kalkınması için her türlü yabancı yatırıma da ülkeyi açmış komünist ideolojiyi benimsemiş Rusya ile de ekonomik anlaşmalar imzalamıştı.
Bizdeki solcu olduğunu iddia edenlerin işin bu tarafı ile pek alakaları bile yoktu. Zira bizdeki sol hareket aslında Avrupa güdümünde ve kültürel yaklaşımı içinde gelişmişti. Yani bir açıdan bakıldığında bu hareketin ideolojisinden çok dış politika hedefi önemliydi. Avrupa solu olarak adlandıracağımız bu harekete aslında SSCB de uzaktı. Demirel’in politikalarının Avrupa’dan uzak Rusya’ya yakın dış politika yaklaşımları solcuları tedirgin etmişti. Türkiye’deki o günkü solcuların ikinci hedefi de ABD idi. Çünkü onlar da kapitalizmin dünya üzerindeki simgesi olarak kabul ediliyordu ve bu sebeple ABD’ye de karşı çıkıyorlardı.
Solun kapitalizme olan karşıtlığı adeta ABD ile simgeleşmişti. Türkiye’deki bu solculuk dış politikamızı da belirlemişti. Yani sol kanatta dış politikadaki hedef, Avrupa tarafından yönlendirilen ideolojiye dönüştürülmüştü. Zaten Türkiye kuruluşundan beri Avrupa’ya yakın bir dış politika izlemek zorunda bırakılmıştı ve bunun da devamı isteniyordu.
Türkiye’deki güvenlik güçlerinin o günlerdeki hedefi ise komünist ideolojinin kaynağı olarak gördükleri SSCB ile ilişki kurulmasını engellemekti. Bu meseleler MİT müsteşarının da dâhil olduğu Milli Güvenlik Kurulu’nda da görüşülüyor ve darbe teşebbüsünün MİT tarafından izlendiği biliniyordu.
9 Mart cuntası olarak bahsedilen bu darbe 12 Mart cuntası diye adlandırılan Avrupa soluna karşı başka bir grup tarafından bastırıldı. Bu sefer Türkiye’nin dış politikası başka bir yöne çevrilmeye çalışıldı ve tabi iç siyasetteki çalkalanmalar yeni bir darbe harekâtına doğru devam etti. Rasih Nuri İleri’nin vefatı dolayısıyla sayın yazarımızın yazısı bana o günleri ve görev yapan MİT elemanlarına yapıştırılan haksızlıkları anımsattı. Kim ne derse desin tüm darbeler yanlıştır hele ki bu darbe girişimlerinde dış güçlerin parmağı varsa!
***
Menderes’i, Demirel’i götüren ABD bugün Tayyip Erdoğan’ı götüremiyor.
IŞİD’e söz geçiremiyor. Müslüman Kardeşleri artık koruyamıyor. El Kaide’ye ulaşamıyor. Siyasal İslam’ın hazin ve ibretlik çöküşü....
Pakistan’ın Peşaver kentinde yaşanan o tüyler ürpertici katliam, tüm dünyaya bir şeyi net olarak gösterdi:“Siyasal İslam iflas etmiştir.”
Irak Şam İslam Devleti denen caniler de aslında bunu ortaya koymuştu ama Pakistan’daki olay çok daha kan dondurucu bir örnek.
Taliban yanlısı 7 silahlı manyak, asker çocuklarının devam ettiği bir okulu bastı ve 132 öğrenciyi, 9 öğretmenleriyle birlikte katletti.
Öldürülen çocukların yaşları 12 ile 16 arasında değişiyordu.
Afganistan’da yaptıkları insanlık dışı katliamların yanı sıra kayalara oyulmuş binlerce yıllık Buda heykellerini dinamitleyen Taliban, Veziristan’daki kayıplarının intikamını bu yolla almıştı.
Aklınca ordu okulunu basıp asker çocuklarını öldürürse Pakistan ordusu geri adım atacaktı.
Oysa olan biten, masum ve günahsız 132 çocuğun canice öldürülmesiydi.
2004’te Rusya’nın Kuzey Osetya Özerk Cumhuriyeti’nin Beslan kentindeki okul baskınında da Çeçen Vahabi teröristler, 186’sı çocuk toplam 300 kişiyi acımasızca öldürmüştü.
Bu da o tür bir eylem. 
Vicdanı olan herkes bunu görür.
Böyle insanlık dışı bir katliamı din veya cihat adına yapmak ise tanrıya en büyük hakarettir.
SİYASAL İSLAM’IN YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ
Taliban, El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Cundullah, Türkiye Hizbullah’ı, Hamas, Vahabi Çeçen ve İnguş çeteleri…
Bunların hepsi de radikal İslamcı etiketli ama özünde emperyalizmin ürettiği, desteklediği, fişteklediği örgütler.
Ama hepsine sorsanız kafirlere, en başta da “Büyük şeytan” Amerika’ya,“Siyonist katil” İsrail’e düşmandır.
Cihat için öldürmektedirler!
Cihadı emreden ise Kur-an’dır!
Kimilerine göre ise vatanlarını savunan aslanlardır!
Acaba gerçekten öyle midir?
Taliban’ı kuran Rusya’ya karşı savaşan Afgan mücahitleri midir? Yoksa Amerikan destekli Pakistan istihbaratı ISI midir?
Pakistan ve Afganistan’da CIA paralarıyla kurulan medreselerde yetişen sözde mücahitler, SSCB’ye karşı savaşırken özgürlük savaşçısı, ABD’ye karşı gelince de terörist olmuştur.
El Kaide de Taliban’ın Suudi Arabistancası’dır.
Suudi Arabistan ABD’nin benzin istasyonudur.
İster petrolünü alır, ister benzinini sağa sola döker yakar.
El Kaide öyledir de Çeçenler farklı mı?
SSCB’nin dağılması sonrası Rusya’yı yemek isteyen emperyalistlerin ABD, İngiliz ve Suudi ortaklığında kurdurduğu çeteler.
İslam kılıflı, gaddar savaşçılar.
IŞİD gibi kelle kesen, fidye için adam kaçıran, şeriat kanunları diye abuk subuk yasaklar getiren gözü kanlı tipler.
Suriye ve Irak’ta vahşet yapan El Nusra, IŞİD gibi örgütlerin bugün artık ABD ve yancıları tarafından kurulduğunu cümle alem biliyor.
Cundullah ise İran’daki Belucistan ve Sistan bölgelerini hedef alan Pakistan El Kaidesi.
Boko Haram ise Nijerya’daki petrole hallenen Batılı emperyalistlerin işi.
Kuzey Afrika El Kaidesi hakeza.
Türk Hizbullah’ını domuz bağlı cinayetlerinden, kelle kesmelerinden hatırlarsınız.
Hamas da sosyalist ve laik El Fetih hareketini ve Filistin’in ölümsüz lideri Yaser Arafat’ı bitirmek için emperyalist güçler tarafından kurdurulmuştur.
Bunların hepsi aşırıcıdır.
Liderlerinin sözü asla tartışılmaz.
Verilen emirler, intihar saldırısı da olsa kesin uygulanır.
Vatan için ölmekten çok, cennete gitme garantisi için ölünür.
Hepsi de yasa dışılığı fazlasıyla benimsemiştir.
İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, fidye ve haraç almak bunların rutinidir.
Demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü zinhar haramdır.
Kendileri gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan ederler.
Hatta en ufak bir çelişmede birbirlerini bile.
Şiilerin camilerine, cenazelerine bombalı intihar saldırıları düzenlerler.
Bebek, çocuk, kadın demeden insan öldürürler.
İşin en acı tarafı da öldürdükleri kişilerin çoğu kendi dinlerinden, kanlarından ve canlarından olmasıdır.
IŞİD olayında bu doruk yaptı.
Dünyanın dört bir yanından bu örgüte katılmak için koştular.
Bugün ise IŞİD, örgütten ayrılmak isteyen kendi militanlarını infaz ediyor.
Alman haber ajansı dpa'nın görgü tanıklarına dayandırdığı haberine göre Sincar'ın Kürt güçlerinin eline geçmesi üzerine IŞİD Musul'da en az 45 militanını öldürdü. İnfazların Sincar'daki yenilgi üzerine yapılan bir cezalandırma olduğu belirtiliyor.
Öte yandan örgütün Suriye'de de ayrılarak kendi ülkelerine dönmek isteyen 100'den fazla yabancı cihatçıyı infaz ettiği belirtiliyor. Financial Times gazetesinin haberine göre öldürülenler, Suriye'nin Rakka kentindeki IŞİD karargahından kaçmak istedi.
ILIMLISI DA AYNI
Mısır’da Müslüman Kardeşler en eskilerinden.
Türkiye’deki Kemalist Devrim’e tepki olarak 1924’te kuruldukları söylenir.
Milli Kurtuluş Savaşlarından ödü kopan dönemin İngiliz Emperyalizmi bunları destekledi.
Ürdün, Fas, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinde krallıkları destekleyen İngilizler, Mısır ve Irak gibi daha büyük ve köklü ülkelerde bunları öne sürdü.
1980 sonrasında bunlar da radikaller gibi patlama yaptılar.
Mısır, Türkiye, Fas, Malezya, Endonezya, Yemen, Tunus, Pakistan vs.
Çeşitli isim ve kisveler altında ama hep İslamcı söylemde konumlandılar.
Tarikatler ve dini eğitim alanları bunların en önemli insan kaynaklarıydı. 
Siyasi İslamcı hareketler, ABD tarafından ılımlı İslam olarak nitelendi ve açıktan desteklendi.
Mesela bizdeki Fethullah Gülen cemaati gibi. (Güney Kore’deki eş değeri Hristiyan Moon Tarikatı idi)
Radikallerle kapı arkasından iş bitiren emperyalizm ılımlıları açıktan destekledi.  
Hedef milli kurtuluş hareketlerinden çok komünizm idi bu kez.
Sovyetler yıkıldı küreselleşme hakim oldu ama bunlar tasfiye olmadı.
Zamana ve vaziyete uydular, hepsi liberal sağ kulvarda var oldular.
Kapitalizmle hiçbir çelişmeleri yoktu.
Faiz haramdı ama kolayı vardı, kar payı.
Her türlü kapitalist tanıma kendince bir kılıf uydurdular.
Ama ABD hep daha çoğunu istedi.
Onlar da öyle.
VE ÇÖKÜŞ…
Bugüne gelindiğinde artık ABD, ılımlı İslam kelimesini dahi duymak istemiyor.
Çünkü ılımlısı da aşırısı da sonuçta raydan çıkıyor.
Ilımlı hep aşırıya meyilleniyor.
Aşırısı ise “sahibini” ısırıyor.
Ne kendi halkına, ne de hizmet ettiği emperyalizme bir faydası kalmıyor sonunda.
Çünkü katı dogmatik bir yapı.
Liderin tam otoritesi var.
Bu otorite düşmanlara duyulan nefrete dayalı.
Nefret ise ana besin kaynağı.
Ilımlısında da, aşırısında da kadına duyulan kin baskın.
Kadının baskılanması ve köleleştirilmesi ana amaç.
Çocuk ve gençler ise “harcanabilir” araçlar. 
Kitle bu kırmızı çizgilere değmeyen lideri her koşulda destekliyor.
Bu da lideri vaz geçilmez kılıyor.
Lideri güçlendiriyor da.
ÇÖZÜM
Birincisi, İslamiyet’in ticaret ve siyasetin kirli meydanından, vicdani yerine, yani insanların kalplerine dönmesi  gerek.
İslamiyet’i en yüce ve ileri din yapan “Ruhban Sınıf” olmamasının yeniden sağlanması lazım.
Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 974, Kalkınma Bakanlığı’nın ise sadece 17 makam aracı var.
Tarikat liderleri, dinci örgütlerin başları sanki Allah’ın temsilcisi gibi muamele görüyor.
Ruhban sınıf yoktur.
Tek rehber, Kur-an’ı Kerim’dir.
Onun dili Arapça değil, ne söylendiğini iyice anlamaktır.
O da “oku” diye başlar.
İbni Sina, El Harezmi, Farabi bunu yapmıştır.
Ama bugün İslamcı kesim okumuyor, sadece liderine biat ediyor.
Ve her gelen bir öncekinden daha aşırıcı oluyor.
Bunun sonu yoktur.
Tüm dünyada şu son 30 yılda yaşananlar da bunu göstermiştir.
Taliban’ı da, Müslüman Kardeşler’i de, IŞİD’i de, Cemaat’i de duvara toslamıştır.
Toslamaya da devam edecektir.
Hüseyin Vodinalı, Odatv.com                                       

19 Aralık 2014 Cuma

GÜRKAN AVCI: "Milli Eğitim Şura’sında Osmanlıca Önergesini Niçin Verdik!"

DES Genel Başkanı Gürkan AVCI: Milli Eğitim Şura’sında Osmanlıca Önergesini Niçin Verdik!
19. Milli Eğitim Şurası'nda alınan ‘Osmanlı Türkçesi’nin liselerde ders olarak okutulması kararının Şura’da önergesini veren ve Şura alt komisyonu ile genel kurulunda savunmasını yapan DES Genel Başkanı Gürkan Avcı, bir haftadır yaşanan sert tartışmalardan ve kararın pedagojik değil ideolojik zeminde münakaşa edilmesinden üzüntü duyduğunu söyledi.
OSMANLICA SİYASİ POLEMİĞE DÖNÜŞTÜ
Şura’da öneriyi tamamen pedagojik düzlemde çocuk ve gençlerimizin dil, yazı, kültür, sanat, estetik ve duyuşsal gelişimi ile tarihlerini daha nitelikli öğrenmeleri kaygısıyla verdiğini söyleyen Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES) Genel Başkanı Gürkan Avcı, konunun siyasi polemiğe dönüşmesinden rahatsızlık hissettiğini kaydetti.
OSMANLICA ARAP ALFABESİ DEĞİL
Osmanlı Türkçesi dersi önerilerine sırf siyasi ve ideolojik mülahazalarla karşı çıkanlar kadar destekleyenleri de samimi görmemekle birlikte sağlıklı bulmadıklarını ifade eden Gürkan Avcı, “Osmanlıca denilen aslında Türkçedir. Osmanlı Türkçesi demek daha doğrudur. İçinde bugünkü Türkçede batı dillerinden kelimeler olduğu gibi Osmanlı Türkçesinde de Arapça, Farsça, İtalyanca, Fransızca ve eski Yunanca gibi dillerden geçen birçok kelime vardır. Alfabesi de aslında Arap alfabesi değildir. 28 harfli Arap alfabesi Türk fonetiğine uygun hale geliştirilmiş 36 harfli özgün bir Türk alfabesine dönüştürülmüştür. Okunması dahi farklı kurallara göre evriltilmiştir” diye konuştu.
İDEOLOJİK DEĞİL PEDAGOJİK BAKIN!
Türkiye’de çocuk ve gençlerin genellikle batı kaynaklı kültür, sanat ve edebi ürünlerle büyüdüğünü, bununda kültürel yabancılaşma ve yozlaşma sorununu beraberinde getirdiğini kaydeden Gürkan Avcı, “Balkanlardan Mezopotamya’ya, Afrika’dan Kafkaslara, Uygurlara kadar geniş bir coğrafyada hüküm sürmüş bin yılı aşkın bir dil ve kültür birikiminin gençlerimizin aracısız kullanımına açılması önemli bir eğitim reformu olacaktır. İlgili ve istekli gençlerimiz bu derin ve renkli dili, kültürü barış ve kardeşlik içinde yazmalı, okumalı ve içselleştirebilmelidir. Eğitimde atılacak böylesi adımlar çok derin siyasal sorunların çözümüne de katkı sunacaktır” dedi.
OSMANLICA MEDENİYET LİSANI
36 harfli Osmanlı Türkçesinin bir ‘Medeniyet Lisanı' olduğunu ve gerek telaffuz gerekse şekil itirabiyle zirveye ulaşmış segmentleri bulunduğunu söyleyen Gürkan Avcı, “Osmanlıcayı bilmeyen bir nesil ile tarihimizden uzaklaştırılır iken, aslında ana dilimizden de bir hayli uzaklaştık. Türk edebiyatına milyonlarca eser kazandıran, milyonlarca arşiv belgesinin oluşturulduğu tarihî bir yazı dili olan Osmanlıca, dilimizin incelik ve zenginliği, sanatımızın ve sanatçılarımızın estetik zirvesini, milletimizin duyuş ve düşünüş keyfiyetini, yaklaşık bin yıllık siyasî, sosyal, ekonomik, askerî ve kültürel tarihini okuma, anlama ve tarihinden ders alarak geleceğe o büyük vizyondan bakma imkânı sağlayacaktır” dedi.
ALEVİLERİN SESİ DE BİZ OLDUK!
Şura’da ‘Aleviliğin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders müfredatında gözden geçirilerek nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi’ yönünde de önerge sunduklarını fakat önergelerinin reddedildiğini hatırlatan Gürkan Avcı, şunları söyledi;
KÜRTLERİN SESİ DE BİZ OLDUK!
Şura’da Türkiye’nin sorunlarının çözümüne katkı sunmaya çalıştık. Şura’da ‘Çift Dilli Eğitim’i de biz önerdik, savunduk. Şura’da tamamen pedagojik ve bilimsel bir vizyonla hareket ettik. Bütün çocuklarımızın ve velilerimizin sesi olmaya, tüm eğitimcilerimizin temsilcisi olmaya gayret ettik. 78 milyon vatandaşımızın vicdanı, özgür, bağımsız ve demokrat sendikası olma sorumluluğuyla hareket ettik. 38 ortak ve müstakil önergemizden 23’ü kabul gördü.
ÖNERGELERİMİZİN BİRÇOK BOYUTU BULUNUYOR!
Alevilik ve Çift dilli eğitim önergelirimiz ile Osmanlı Türkçesi önergemizin de akadimesyenler, MEB uzmanları, dilbilimciler, pedagoglar, STK’ lar ve aynı zamanda çocukların bir araya geldiği çalıştaylar maharetiyle masaya yatırılması gerekiyor. Bu önergelerimizin sadece siyasal değil, pedagojik, sosyal -psikolojik olmak üzere birçok boyutu bulunuyor. Eğitimde farklı inançlara yeterli ve nitelikli bir şekilde yer verilmemesi ve yine eğitimde resmi dilin yanında yerel dillerin kullanılmamasının olumsuz pedagojik sonuçları dışında birçok sosyal, siyasal, psikolojik hatta iktisadi sorun doğurduğu da bir vakadır. Dil ve inanç bir iletişim aracı olmanın yanında aynı zamanda akademik gelişimde önemli bir araçtır.  Dil ile bilim ve eğitim arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Eğitim dili insanın kimlik kazanmasında, inanç ise kültürel değerleri içselleştirmesinde, düşünsel yaratıcılığında önemli bir işleve sahiptir.

11 Aralık 2014 Perşembe

Mahalli Seçimlerde Hile, Sahtekârlık ve Suiistimal yapıldığı resmen kanıtlandı..

Sandık başkanı itiraf etti
Sandık başkanı 30 Mart Yerel Seçimlerinde oyların değiştirildiğini itiraf etti.
İstanbul, Kâğıthane’deki sahte oy iddiasıyla ilgili yargılanan 1060 No’lu sandık başkanı Kara, oyların değiştirildiğini itiraf etti. Kara, “Benim yaptığım 1 ve 8 oyluk değişiklikler değil birçok değişiklik yapılmış” dedi.
Bugün gazetesinin haberine göre; 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri’nde Kağıthane’de hile yapıldığı iddiasıyla açılan 37 soruşturmadan 29’u davaya dönüştü. 1060 No’lu sandıkta hile yapıldığı iddiasıyla 8. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada sandık görevlisi Sanık Necmettin Kara ifade verdi.
Mahkemede ifadesi alınan sandık görevlisi sanık Necmettin Kara görevli olduğu 1060 No’lu sandıkta kendisinin dışında değişiklik yapıldığını itiraf etti. Kara, oyların değiştirilmesiyle ilgili şunları söyledi:
SORUŞTURMADA ÖĞRENDİM
“Ben sandığı teslim ederken iptal edilen oylarla ilgili olarak hesaplarım tutmadığı bana söylendi. 1 oy ve başka bir kısımda da 8 oyluk iptallerimiz vardı. Oradaki görevli bana denkleştirme yapılacağını üsteki iptalin altları da etkilediğini söyleyip paraf etmemi söyledi.
Ben dediğini yaptım. Soruşturma aşamasında gördüm ki benim yaptığım 1 ve 8 oyluk değişiklikler değil birçok değişiklik yapılmış. Bunları ben yapmadım. Söz konusu evrakları ben, Mustafa Püne ve Zafer Eraslan isimli şahıslara teslim ettim.”
KURULA SORULACAK
Sandık başkanı Kara’nın ifadesinin ardından mahkeme Kara’nın ‘evrakları temsil ettim’ dediği Mustafa Püne ve Zafer Ersanlan isimli şahısların Kağıthane İlçe Seçim Kurulu’na sorularak bu kişilerin kim oldukları konusunda bilgi istenmesine karar verdi.
CHP’NİN 70 OYUNU 1 (BİR) OY'A İNDİRMİŞLER
8. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın iddianamesinde yer alan 1060 No’lu sandıkta yapılan incelemede oy listelerinde CHP’nin 70 olan oyunun 1 oy olarak değiştirildiği belirtildi. Aynı sandıkta SP’nin oyu 10 iken 11’e, AKP’nin oyu 112 iken 198’e çıkarılmış. MHP’nin 33 olan oyunun ise 21’e olarak yazıldığı belirlendi.

9 Aralık 2014 Salı

Ankara'ya sert uyarı!

Ankara'ya sert uyarı!
Avrupa Konseyi, AİHM önünde Kıbrıslı Rumlara karşı kaybettiği mülkiyet ve kayıp şahıslarla ilgili davaların kararlarını yerine getirmesi için Ankara’ya baskının dozunu yükseltmeye başladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanışını denetleyenAvrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Strasbourg merkezli mahkemenin 2005 ve 2006 yıllarında kararını açıkladığı Ksenides-Aretestis ve 2009 yılındaki “Varnava ve diğerleri” davalarında hükmedilen tazminat miktarlarının Ankara tarafından derhal davacılara ödenmesini istiyor. Benzer 32 dava kararıyla birleştirilen Ksendies-Arestis davası kapalı Maraş bölgesindeki taşınmaz mallar, Varnava ve diğerleri davası ise 1974 sonrası kayıp 9 Rum hakkındaki soruşturmaları kapsıyor.
Bakanlar Komitesi bu yıl eylül ayında konu hakkında bir ara karar almış ve bu iki davada tazminatları “ödememekte direndiğini” söylediği Ankara’nın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf ve Avrupa Konseyi üyesi olarak “uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmediği” not edilmişti. Bakanlar Komitesi, ara karar öncesi Ankara’ya ödemeleri gerçekleştirmesi için iki ayrı uyarı mektubu göndermişti.
Ankara mektuplara yanıt vermedi. Hükmedilen tazminat miktarlarını davacılara ödeyeceğine dair sinyal de iletmedi. Bakanlar Komitesi, bunun üzerine Ankara’yı uyaran yeni bir karar daha aldı. Kararda, Ankara’nın Bakanlar Komitesi tarafından gönderilen iki mektup ve Eylül 2014 tarihli ara kararı cevapsız bırakması “kaygı verici” olarak tanımlandı. Türk hükümetinden, “tutumunu gözden geçirip, AİHM tarafından hükmedilen tazminatları davacılara faizleriyle derhal ödemesi” istendi. Kararda, Bakanlar Komitesi'nin, konuyu Mart 2015'te tekrar tartışacağı ve gerekirse “her türlü önlemi alacağı” da kaydedildi.
Kıbrıs’ın unutulanları: Kıbrıslı Türkler Kıbrıs’ta müzakerelere siyaset kilidi Yeniden AİHM'e gelebilir Avrupa Konseyi kaynakları, Bakanlar Komitesi’nin, tazminatların ödenmemesi halinde, Türk hükümetini net ifadelerle uyaran bir karar daha alabileceğini belirtiyorlar. Bakanlar Komitesi’nin konuyu yeniden AİHM gündemine taşıma seçeneği de bulunuyor. Kıbrıslı Rumlar da son aylarda Avrupa Konseyi’ne ilettikleri belgelerde Ankara’nın AİHM önünde Kıbrıslı Rumlara karşı kaybettiği davalarla ilgili kararları yerine getirmemesi konusunu AB gündemine taşıyacakları sinyali veriyorlar. Avrupa Konseyi’nin AİHM hakkındaki kararları düzenli olarak Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporlarına da yansıyor.
Ksenides-Arestis kararı Kıbrıs’taki mülkiyet konusu açısından önem taşıyor. AİHM, bu davanın tazminat bölümüne ilişkin Aralık 2006’da açıkladığı kararında, KKTC’de Rumların mülkiyet talepleri için oluşturulan Taşınmaz Mal Komisyonu’nun (TMK) Myra Ksenides-Arestis adlı Rum vatandaşına mülkiyeti karşılığı teklif ettiği 850 bin euro tazminatı benimsemiş ve bu komisyonu Rumlar için iç hukuk yolu olarak tanıyabileceği sinyali vermişti. Mahkeme, 2010 yılında açıkladığı Demopulos davası kararıyla TMK’yı resmen iç hukuk yolu ilan etmişti. O tarihten sonra Ankara’ya karşı Rumlar tarafından Strasbourg Mahkemesi gündemine taşınmış mülkiyet davası başvuruları sistematik olarak geri çevrilmişti. TMK’ya 2010 yılından bu yana 6 bin Kıbrıslı Rum başvurdu. Bugüne kadar bu başvurulardan 611’i karara bağlandı ve başvuruculara toplam 235 milyon euro tazminat ödendi.
(Deutsche Welle Türkçe / Kayhan Karaca)

4 Aralık 2014 Perşembe

Son Kale'nin Komutanı; Cumhuriyet Muhafızı, Atatürkçü, Milliyetçi Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN konuştu: "Milli bir programa ihtiyaç var."

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN konuştu: "Milli bir programa ihtiyaç var."

Demokratik Değerler Hareketi’nin toplantısında konuşan Prof. Dr. Anıl Çeçen “Hükümeti kuran parti de muhalefet partileri de maalesef baskı altındadır” dedi. Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN devamla:  “ Devleti kuran Atatürk’ün partisini kullanmak, iktidar partisini ise merkez sağda kurumsallaştırmak, geleceğe dönük yapılandırmak ve bu noktada geçmişten gelen merkez sağın meclise girmesini önlemek istiyorlar” dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü:
ADIM ADIM İZLİYORUZ
 “Demokratik Değerler Hareketi bir ihtiyacı karşılamak için ortaya çıktı. Bunu adım adım izliyoruz. Görüyoruz her gün bir parti kuruluyor. 101. Parti kuruldu; Elektronik Parti. Elektronik Parti’yi hafife almamak lazım. İtalya’da Twitter ve sosyal medyayı kullanarak 165 kişiyi bir parti meclisine soktu. Korsanlar Partisi  Almanya’da %13 oranında oy aldılar. İspanya’da da %10 civarında oy aldılar. Sanırım Emrehan Halıcı bu işleri bilen birisi olarak Türkiye’de böyle bir denemeye kalkışacak. Çünkü görüyorsunuz  Türkiye nüfusu 80 milyon. Basılan kitaplar 1000 tane zor basılıyor. Çünkü kimse kitap okumuyor. Gazete satışları düştü. Kimse gazete okumuyor.  Ama internet ve televizyon ön planda. Gelecek seçimlerde kamuoyu televizyon ve internet üzerinden oluşturulacak ve partiler böyle bir rekabet içerisinde sonuç almaya çalışacaklar.
Elektronik Parti deneyiminin ne anlama geldiğini merak ediyorsanız İtalya’ya bakın. Ben kurulan yeni partiler içerisinde Elektronik Parti’yi özellikle sosyal medyayı, özellikle Gezi Olayları’ndan başlayan hareketi kullanma noktasında ikinci bir Gezi Olayı yaratarak bir tırmanmayı kamuoyuna sergilemek ve o noktada da ceplerde hareket ederek büyük bir çoğunluğa erişmek gibi planları olduğu kanaatindeyim. Demek ki önümüzdeki seçimlerde Avrupa ülkelerinde sonuç alan Elektronik Parti hareketi Türkiye’de de denenmek isteniyor ve dengeleri bu noktada zorlayacaklar. Değerli siyasetçilerimiz Türkiye’nin birikimini burada temsil ediyorlar. Geçmişin birikimini bugüne taşıyacağız ama geleceğin dünyasının oluşumunda da teknolojiyi izleyeceğiz. Sosyal medyada mutlaka internet medyasında bizim de olmamız lazım.
Böylesine bir rekabet içerisinde sonuç almamız gerekiyor.
Siyaset sahnesinde bir boşluk var. Mevcut iktidar partisi yıpranmıştır ve küresel politikaların baskısı altındadır. O nedenle Türkiye’nin inisiyatifini kamuoyuna yansıtamamaktadır. Devleti kuran parti ve milliyetçi parti maalesef baskı altındadır. Türkiye’nin ihtiyacı olan bir çıkışı sergileyememektedirler.  Ben bu coğrafyada Amerika’nın önümüzdeki dönemde iki partili sistemi zorlayacağı kanaatindeyim. Sayın Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’daki konuşması sanırım yine Alevi tabanı ve Kürt tabanı CHP üzerinden meclise taşıma planı var ki bunu Erdal İnönü zamanında SHP’ye yaptırtmışlardı. Aynı oyun gündeme geliyor. Böylece Güneydoğu halkı içerisinde bir bölücü partinin siyaset sahnesinde tırmanmasını önleme noktasında devleti kuran Atatürk’ün partisini kullanmak istiyorlar. İktidar partisini ise merkez sağda kurumsallaştırmak, geleceğe dönük yapılandırmak ve bu noktada geçmişten gelen merkez sağın meclise girmesini önlemek istiyorlar. Bu noktada da dine ağırlık veren bir merkez sağ politikayla Türkiye üzerinden İslam dünyasına yönelik plan ve projeleri zorluyorlar.
PAPA'NIN GELİŞİ VE CUMHUR BAŞKANINDAN MESAJLAR!..
Papa’nın gelişi, İslam dünyasıyla ilgili toplantıların yapılışı ve bu noktada Sayın Cumhurbaşkanı’nın İslam dünyasına mesaj vermesi ki biliyorsunuz Cumhurbaşkanı seçildiği gün Edirne’den Kars’a değil Bosna’dan Filistin’e selam verdi. Şimdi demek ki yeni bir dönem var. Bu yeni süreç içerisinde Türkiye ağırlıklı politika üretilecektir. Ama bölgesel süreç içerisinde de çok ciddi boyutlarda yeni bir durumda merkezler rekabet içerisindedir. Bir taraftan Türkiye İslam coğrafyasına dönük plan ve projelere zorlanırken, bir taraftan da Türk Dünyası’na yönelik plan ve projelere zorlanıyor. Öbür taraftan emperyal güçlerin merkezi alanda enerji hattını kontrol etmek istediklerini görüyoruz. Bütün bu gelişmeler bizi maalesef iniş çıkışlara sürüklemektedir.  Türkiye bu noktada kuruluş felsefesinden hareket ederek toparlanmalı ve bölgesel planlara karşı kendi planıyla hareket etmelidir. Ancak bu şekilde Türkiye bu coğrafyada varlığını koruyabilir. Yoksa önümüzdeki dönemde bu rekabetin Türkiye’yi zorlayacağı kanaatindeyim.
BATI ÜÇGENİNDE SİYASET
Önümüzdeki seçimlerde artık siyaset eskisi gibi bir batı üçgeninde değil ki siyaset şimdiye kadar Türkiye’de Avrupa, Amerika, İsrail üçgeni arasında yürütüldü. İsrail’i vurguluyorum. İsrail vurgulanmazsa giderek din ağırlıklı kavgaya doğru Türkiye sürüklenmektedir. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde bir üçgenle değil ama bir dörtgenle karşı karşıyayız. Artık kuzeyde Rusya doğuda Çin devrededir. O zaman Türkiye önümüzdeki dönemde bir batı üçgeninde değil ama bir dünya dörtgeninde politikaya sürüklenecektir. Artık doğunun ve kuzeyinde ağırlığı olacaktır. Onlarda Türkiye’deki politikada etkin olma noktasında bazı partileri, bazı siyasi oluşumları destekleyeceklerdir. Siyasetin kuralı budur.  Şimdiye kadar emperyal müdahaleler batıdan geliyordu. Ama önümüzdeki dönemde kuzeyden doğudan ve güneyden de gelecektir. Bütün bu gelişmelere karşı bunları iyi değerlendiren, bir milli program şarttır. Türkiye’nin devleti güçlendirecek bir milli programa ihtiyaç vardır. Onu işte burada beraber düşüneceğiz. Mutlaka Türkiye’nin bölgesel bir plana ihtiyacı vardır. Emperyal plan ve projelere karşı B planımızı ortaya koyacağız ve dünyada gelecekte etkin mücadele alanı olan Avrasya’nın geleceğinde Türkiye’nin stratejisi yine kendi devlet ve siyasi birikimimiz doğrultusunda gündeme getirilecek ve bu çizgide bir siyasi iktidarın oluşturulmasıyla sonuç alınabilecektir. Demokratik Değerler Hareketi’nin bu doğrultuda bir ihtiyacı karşılayacağı ve Türkiye’nin ihtiyacı olan bir milli programı, milli siyaseti, milli merkez yapılanması içerisinde ortaya koyacağı inancıyla buradayım.” 
[Ankara, 04 Aralık 2014, Ulusal Haber & Ulusal Ajans] 

1 Aralık 2014 Pazartesi

HABER DEĞERİ YÜKSEK!.. "BÜYÜKELÇİ SN. SÜHA UMAR’IN, SN. AHMET DAVUTOĞLU’NA YAZDIĞI MEKTUP"

Kardeşim Nevruz (Mustafa Nevruz SINACI), iki kere okudum sana da, herkese de tavsiye ederim. Her satırı doğru, paylaşmadan edemedim. Senin de mümkün olduğu kadar dağıtım yapmanı, paylaşmanı ve yayınlamanı dilerim. Selâm, Yalçın Koçak (18. dönem Sakarya Milletvekili)
BÜYÜKELÇİ SN. SÜHA UMAR’IN EKİM 2012 DE SN. AHMET DAVUTOĞLU’NA YAZDIĞI MEKTUP
Kardeşim Davutoğlu...
Yaşça da meslekte de ağabeyiniz sayılırım. Biliyorum dış ilişkilere meraklısınız. Kitap da yazmışsınız. Uzun cümleleriniz nedeniyle kolay olmadı ama okudum. Ama korkarım siz dış politikaya hâlâ çok uzaksınız.
Ancak size hayranlık duymamak da elde değil. Konuya bu kadar uzak olup bu kadar bildiğini zannetmek, bu kadar "bilmeden uygulamaya kalkmak" az cesaret değil. Görüyorsunuz, bildikleriniz doğru, hele uygulanabilir hiç değil!
Hemen kızmayın! Kaybettikçe sinirlenmek normal olsa da "oyun kuran", "dünyaya akıl veren" devlet adamı sinirlenmez. Bu diplomasinin de ilk kuralıdır. Korkarım siz bunu da diplomasi dilini de bilmiyorsunuz. Bosna Hersek için oy istediğiniz NATO ülkelerinin bakanlarını "katliam" ve "soykırım"la suçlamak olmaz! Size oy verse, döndüğünde işinden olur.
AB, Türkiye'nin Suriye konusundaki tutumunu "anlayışla karşıladığını" söylerken, "Susun, Türkiye başını derde soksun" diyor! Hepimiz dine saygılıyız. Farkımız, biz dini devlet işine karıştırmayız. "Batılı" bizim için "gâvur" veya "kâfir" değil, sadece örneğin, "Amerikalı, Fransız, Alman vs"dir. Din gözlüğüyle bakınca bu devletlerin dış politikasını anlayamıyorsunuz. Hepsi "Hıristiyan"dır
ama esas olan "ulusal çıkar"dır. "Tartışmaya açılmalıdır" dediğiniz "ulusalcılık", Batı'nın önde gelen ilkesidir. Gerektiğinde AB içinde bile herkes bildiğini okur. Batılı meslektaşlarınız adam kullanmak konusunda çok beceriklidirler. "Ahmet, şu bizim İran'da tutuklu gazetecilerimizi kurtarıver!" derler ama sizi Ortadoğu konusundaki toplantılara davet etmezler. Hinoğlu hinler, hem adamlarını kurtarırlar hem de sizi, "Batı'nın adamı" durumuna düşürüp, bir taşla iki kuş vururlar.
Korkarım siz Ortadoğu'yu da bilmiyorsunuz. "Osmanlı", Ortadoğu'da en "Türk dostu!" ülkelerin bile korkulu rüyasıdır. Yöneticilerinin çoğu kendilerini Peygamber sülalesine bağlarlar ama sizi bu bile kurtaramaz. Ortadoğu'ya asker göndermeye kalkışıyorsunuz! Tarih de bilmiyorsunuz.
Osmanlı atalarımız bölgeyi, altı yüz yıl, üç beş subay ve bir avuç askerle yönetmişlerdi. Arapların aralarındaki sorunlara karışmayarak, bölgeye yeni düzen vermeye çalışmayarak. Siz Suriye ile İsrail'in arasını bulmaya, Müslüman Kardeşler'i iktidara getirmeye, ülkeleri kimin yöneteceğine karar vermeye, Hamas ve Meşal'i desteklemeye kalkışıyorsunuz! Müslüman Kardeşler başa gelince Türkiye'yi lider mi seçecekler? Böyle olmayacağını daha şimdiden aldıkları tavırdan, sözlerinden anlayamıyor musunuz?
Türkiye'nin yaşamsal çıkarına aykırı olduğunu çocukların bile bildiği, İran'ın nükleer programına zaman kazandırıyorsunuz. Yanınıza aldığınız Brezilya, Suriye'de, Rusya ve Çin ile birlikte size ters düşüyor!
Balkanlar'ı dağ-bayır bildiğinizi söylüyorsunuz! Dağ bayır bilmek çobanlarla avcıların işidir. Dışişleri bakanlarının tarih, sosyoloji, kültür vs. bilmesi gerekir. Balkanlar'ı bilseydiniz, Saraybosna'da, "Balkanlar'da Osmanlı Mirası" konuşması yapar mıydınız? Balkanlar'da
da en korkulan düşüncenin "Osmanlıcılık" olduğunu bilmeden bölgeyi nasıl bileceksiniz? Unutmayın, siz o konuşmayı, Prof. Dr. Davutoğlu olarak değil, Türk Dışişleri Bakanı olarak yaptınız. Aradaki farkı göremiyor musunuz? Balkanlar'ı bilseydiniz, bizim Diyanet İşleri Başkanı dururken, Batı tarafından "Avrupa Müslümanlarının lideri" olarak sunulan, El Ezher çıkışlı, ABD-AB destekli Bosna Müftüsü Mustafa Ceriç'i desteklemezdiniz. Balkanlar'ı bilseydiniz, her türlü tehdide en açık, Batı'nın ilk fırsatta eritilmesinden yana tavır koyacağı Boşnakları kendi elleri ile yok olmaya götürecek olan "Bosna Hersek, Karadağ ve Sırbistan Boşnaklarının tek bir devlet kurmaları" söyleminin takipçisi, her yönden kuşkulu bir Sancak Müftüsü üzerine politika kurmazdınız. Son iki yıldır, Batı Balkan politikasını Diyanet İşleri Başkanı'na bırakmazdınız. Kitap yazarken masa başında ahkâm kesmişsiniz! Dışişleri Bakanı olduktan sonra da Büyük Arnavutluk projesinin sadece Balkanlar'da değil, bütün Avrupa'da herkesin tüylerini diken diken ettiğini anlamadınız mı? Sizce Batı, Kosova'da neden Sırp azınlığı bıraktı?
2008'e kadar sırt çevirdiğiniz Sırbistan'ın, Türkiye'nin "doğal müttefiki", Boşnakları korumanın koşulunun bu ülke ile iyi ilişkiler kurmak olduğunu hiç düşünmediniz mi? Sırpların Bosna'da yaptıklarının insanlık açısından yüz karası olduğu, unutulmayacağı tartışmasızken, "devlet adamı"na düşenin, "bir daha tekrarlanmaması için önlem almak"
olduğunu da mı bilemediniz? Kimse size, Osmanlı'nın/Sokollu'nun, Yunan Ortodoks Kilisesi'ni, Sırp Ortodoks Kilisesi kurarak nasıl dengelediğini anlatmadı mı? Türkiye Sırbistan ile yakınlaşınca AB'nin telaşını görmek de mi hiçbir anlam ifade etmedi? Yunanistan ile "egemenlik" sorunlarının, "sıfır sorun" politikası ile çözülebileceğine gerçekten inandınız mı? Denktaş'ı devirip, Kıbrıslı soydaşlarımıza kabul ettirdiğiniz Annan Planı'nın, "Alınan alınmıştır, şimdi gerisine bakalım" yaklaşımı ile anında rafa kalkmış olması da mı size bir şey anlatmadı?
Ermenistan ile protokol yapmaya bu kadar hevesli olmanın gerekçesi neydi? Parlamentolarda Ermeni kararları daha da hızla ve artarak çıktı değil mi? Sorunu bu kadar anlamamak kimseye nasip olmaz!
"Pro-aktif dış politika", "Siz istemeseniz de ben vereceğim!" demenin Arapçası mı?
Düşündükçe aklıma neler geliyor. Yazsam sizin kitaptan kalın olacak! Gelin siz diplomasi, dünyaya yön vermek, bölgelere düzen getirmekten vazgeçin! Bakın sizi istediği gibi yönlendiren ABD bile bunu başaramadı. Dünyayı kurtarmak sevdasından vazgeçerseniz inanın önce Türkiye, sonra dünya rahat bir nefes alacak! Bundan büyük hizmet mi olur? (31 Ekim 2012)
Süha UMAR